Ortadoğu’nun merkezi şehirlerinden, H şehrinin, Türk mahalleleri güne yayılan bu dedikoduyla uyanmıştı. Uzun süredir kulaktan kulağa dolaşan haberin resmi kayıtlarda bir geçerliliği ve gerçekliği yoktu. Ancak Ortadoğu coğrafyasındaki milletlerin çoğunluğu asparagas haberleri duyar, yorum yapar, yapılan yorumlara göre de görüş belirler, belirlenen görüşlerde kendilerine hangisi yakınsa ona inanırdı. Fakat tek doğru vardı S ülkesinde Türk mahalleleri gerçekten de rutin bombardıman harici yıkıma uğramıyordu.
İç savaşın başladığı günden bugüne yaklaşık 4 yıl geçmiş, yarım milyona yakın sivil öldürülmüş, bu sayının iki katı kadar da engelli kalanlar olmuştu. Savaş eskiyor, insanlar tıpkı geçmiş kitaplarda yazılanlar gibi savaşın barış olduğunu kabulleniyor, hayatlarını normalleştirmeye çalışıyorlardı.
Bir tarafta diktatörlüğe baş kaldırıyoruz çağrısıyla, hırsız ve çapulculardan oluşan, hiçbir askeri deneyimi olmayan, magandalık, suç üzerine kurulmuş, işlediği suçları yasal olarak da işlemek isteyen diktatörlük karşıtı örgütler. Diğer tarafta paralı askerlerden oluşan, söylenen diğer örgütlerden hiçbir farkı olmayan, halka eziyet çektirmekle, işkence yapmakla yükümlü diktatörlük ordusu.
H şehri ikiye bölünmüş, T mahallesi karşıt grupların eline geçmişti. Mahalle sakinleri de dolaşan haberler sonrası tedirginleşmiş, kendi aralarında konuşuyor, haberlerin asparagas olduğunu düşünüyorlardı. Genelde ayakkabı imalatıyla geçinen mahalle sakinleri, buradan gelir elde edildiğini biliyor, bundan ötürü saldırının yapılamayacağını düşünüyorlardı.
Mahallenin saygın kişilerinden celal bey oğlu Tahir ile market alışverişi için dışarı çıkmıştı. Celal bey, 50 yaşlarında, beyaz tenli, saçları kumral ve sık, hafif tombul, pos bıyıklı, orta boyluydu. Giyimine her zaman dikkat eder, yaz mevsimleri genellikle açık renkli, kısa kollu gömlek ve kumaş pantolon giyerdi. Mahalle sakinleri ona hürmet eder, sözlerine itibar ederdi. Celal bey de bu tür haberler için mahalle sakinlerine, anlayabilecekleri dilden açıklama yapar, konuya açıklık getirirdi. İlkokul 3. Sınıfta okulu bırakmış, çalışmak zorunda kalmıştı. Alışverişe her zaman yoğurtçu İsmail’den başlar, hal hatır sorduktan sonra yoğurt ve yumurta alır, Tahir ile eve gönderirdi. Yoğurtçu İsmail yazın sıcak havasında, sık sık terlediğinden, boynuna astığı mendille terini siler, ağzının kenarlarını kurularken çürük dişleri görünür, derisi yüzülmüş koyun kafasına benzerdi. Celal bey, alışverişine devam etti.
Tahir, eve gelmiş, koridordan annesine sesleniyordu. Ayşe hanım, ümmi, ev işleriyle uğraşan, dışardaki ehemmiyetli olaylar pek aklı yetmezdi. Ancak o da uzun zamandır dedikodularla çalkanan mahallenin içine kurt düştüğünün farkındaydı. Tahir’in elinden eşyaları aldı.
Ardından oğluna baktı. “Yarın misafirliğe gideceğiz, bu oğlan böyle mi gidecek?” diye düşündü. Tahir, epeydir tıraş olmuyordu.
-oğlum, yarın amcanları ziyaret edeceğiz. Önce git yeğenine şu ilaçları al. Oradan da berbere gidersin.
Eczane merkezi yerdeydi. Üstelik tüm muhalifler orda konuşlanmış, her zaman hedef halindeydi. Savaş şehrin merkezindeydi. Sivillerin burada kalmaları, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, üretimin durmamasındandı.
Tahir, evden çıktı. Parkın önündeki ara sokaktan, üç yol hattına vardı. Yolun karşısındaki sokağa geçince eczaneye vardı. Üç yol, en tehlikeli bölgeydi muhaliflerden oluşan askeri birliklerin neredeyse yarısı burada konuşlanmış, bekliyordu. Hava saldırılarına her an açıktı. Bölge her zaman hareketli, hararetliydi. Ancak bugünkü hareketlilik normal günlerin aksine çok daha tedirgin ediciydi.
Tahir bu durumun farkına varamamış, ilaçları alıp eve gitmişti. Koridordan yine annesine seslenmişti.
“Anne! Anne!”
İlaçları bıraktıktan sonra evden ayrıldı. Berber pazaryerine giderken, sağdaki sokakta kalıyordu. Tahir bu yolu her zamanki gibi ana caddeden yürüyor, insanların telaşını gözlüyordu. Yolda fotoğrafçı Yusuf’un dükkânına baktı. Dükkân kapalıydı. Burada ağabeyiyle çekildiği fotoğrafları anımsadı. Burayı hatırlayınca yolunun azaldığını anlamış, adımlarını hızlandırmıştı. Pazaryeri her zamanki gibi kalabalıktı. Burada siviller yoğunluktaydı. Tahir berbere yeni girmiş, selam verecekti ki.
“BOM”
Patlama sesi pazaryerinden gelmişti. Berber herkese bas bas bağırıyor. Şarapnel parçalarından kurtarmak için kapı kenarlarında, dükkânın önünde olan herkesi içeri alıyordu.
“İÇERİ GİRİN!”
Tahir, yoğun hava saldırılarının başladığını anlamış, berberden nasıl çıkacağını düşünüyordu. Berberle konuşup, selam verdikten sonra çıktı. Geldiği ana yol kapanmış, insanlar oraya akın ediyordu. Pazaryerine düşen varil bombasının fitili sönmüş, bomba patlamamıştı. Ancak helikopterlerin uzaklaşmaması bombardımanın devam edeceğini gösteriyordu. Tahir buradan uzaklaşmalıyım diye düşündü. Berberin sağındaki sokağa girdi. Yokuşu çıkıyor, çıkarken helikopterlerin alçak uçuş yaptığını, yerdeki yüksek titreşimden anlıyordu. Yokuşun sonunda kamyonetin üstüne doçka kullanan muhalifi gördü. Helikopter hala alçak uçuştaydı. Yerler sallanıyor, insanlar korkuyla, bağırışlarla kaçıyordu. Tahir buranın tehlikeli olduğunun farkındaydı. Yokuşu bitirip F sokağına indi. Etrafına bakınırken, karşıdan iki tane siyah çarşaf giymiş Arap kadınları gördü. Kadınlar, vurdumduymaz koşuyor, koşarken Arapça;
“İnsanlar cayır cayır yanıyor!” diye bağırıyordu. Tahir F sokağındaki dumanların arasından çıkan insanlara bakıyordu. Aniden bir ses yükseldi.
“ATILDI! BOMBA!”
Tahir adeta ölümün pençeleri altındaydı. Ne yapması gerektiğini bilmiyor, havada sinek gibi süzülen varil bombasını izliyordu. İnsanlarla panikle kaçıyor, evlerin kapısı bir bir kapanıyordu. Tahir’in içgüdüsüyle hareket etmeye başlıyor, aceleyle evinin kapısını kapatan adamı görmüştü. Kapıya tekme attı. Adamın şaşkın bakışları tedirgin olduğunu gösterir gibiydi. Tahir de anın şokunu yaşıyor adama lütfen beni içeri alın der gibi bakıyordu.
-Çabuk içeri gel.
-Kusura bakmayın ama durumu görüyorsunuz.
-Biliyorum, kaygılanma. Neden dışarıdasın?
-Annem beni berbere gönderdi.
-Şimdi neredeler?
-Bilmiyorum, eve gitmem lazım.
-evin nerde?
-Parkın orada oturuyorum. Celal beyin oğluyum.
Ev sahibi onu tanımıştı. Onun da orada oturan akrabaları vardı.
-Seni o mahalleye götüremem çok tehlikeli.
-Kendim giderim.
Adamın eşi konuşmaya dahil olmuştu.
-Bırak evine gitsin. Ailesi onu öldü zannedip şehri terk ederse burada hayatta kalamaz.
Kadın Tahir’e içip sakinleşmesi için bir bardak su verdi. Ardından kocası da lavaboya girmesi için telkinde bulundu. Bu tür durumlarda korkan çocukların sarılık olmaması, rahatlatılması için çiş yaptırırlardı.
Tahir evden çıkmış, evine gidebilmek için uzun yolu tercih etmişti. Yolun üstünde şarapnel parçalarını görüyor, korkuyla içi ürperiyordu. Arka sokağa inerken bir patlama sesi daha duyuldu. Patlama sesi ailesinin yaşadığı mahalleden gelmişti. Tahir o an donakalmış ağlamaya başlamıştı. Kendi kendine ailesinin ölümünü düşünüyor, ne yapacağını bilmiyor, tehlikeli olduğu halde oraya gitmek istiyordu. Arka sokaktan geçtiği sırada, uçak savar füzeli kamyoneti bir başka yokuşun tepesinde görmüştü.
Bu tür durumlarda muhalifler ne kadar karşılık verirse diktatörlüğün de bombardımanı bir o kadar uzun tuttuğunu biliyordu. 10 yaşındaydı. İçgüdüsü ve bildikleri onu içi buhranlarla kaplı koca adama çevirmişti. Kamyonete olduğu yerden bağırdı.
-Yapmayın! Karşılık vermeyin!
Bağrışlarının anlamsız olduğunu biliyordu. Çocukların ve sivillerin hayatı kimsenin umurunda değildi. Sokağın sonuna geldiğinde evine giden yolun kapandığını, uzun kuyruklu, gazlı, siyah dumanların çıktığını gördü. Artık ana caddeye çıkmak zorundaydı. Ölüm riski en yüksek olan bu yoldu. Başka seçenek yoktu. Ana caddeye çıkmak için yürüyor, bir yandan ailesinin yaşıyor olması için dua ediyordu. Yolda eski kırtasiyeci Mecid ağabeyine rastladı.
-Burada ne işin var?
-Ağabey eve gitmem lazım dışarıda kaldım.
-Eve niçin bu yoldan gidiyorsun, aklını mı yedin oğlum?
-Ağabey yollar kapalı.
-burası çok tehlikeli buradan gidemezsin.
-biliyorum ama eve gitmeliyim.
Kırtasiyeci Mecid, mahalleyi tanıyor, birçok kişiyle iletişimdeydi. Bu sokakta çift cepheli, çift taraflı kapası olan, parmaksız Muhammed’in evi vardı. Bir kapısı H mahallesine bir kapısı ana caddeye çıkıyordu. Mecid hemen parmaksızların kapısını çaldı. Kapıyı Muhammed’in eşi Sare Hanım açtı. Sare hanımın benzi sapsarıydı. Mecid kadına hiçbir şey demedi. Hemen oradan ayrıldı. Tahir’i içeri alan kadın hemen diğer kapıdan çıkmasını sağlamıştı.
“TAHİR GELDİ!”
“TAHİR GELDİ!”
Mahallenin yarısı dışarı çıkmış vurulan yerlere bakıyor, sevdiklerini bekliyorlardı.
Bir baba, bombardımanda yaralanan kızını kucağında hastaneye götürüyordu. Tahir evin kapısına gelmiş, Ayşe Hanım bayılmış, yengesi ağlıyor, engelli ağabeyi de onu felçli elleriyle yakalayıp öpmeye çalışıyordu. Evlerin pencereleri yüksek ses dalgasıyla patlamış, her yer cam kırıklarıyla dolmuştu. Tahir ise nihayet kurtuluşa ermişti. İçeri girip kapıyı kapattılar. Gelen haberler hastanenin vurulduğu yönündeydi. Celal beyden haber yoktu. En çetin günlerden birinin sonunda yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetmiş, kimisi parçalanarak ölmüş, kimisinin ses dalgalarından iç organları patlamıştı. Kaybeden yine insanlık olmuştu.
Ayşe hanım ayılmış, akşama dolma hazırlığı yapmak için hazırlanmıştı. Yenge hanıma seslendi.
“Dolmanın içine cam kırıkları kaçmış mı?”
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen
Bombaların silahların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Hüseyin Süleyman
