İncelikli Hayta: Özgürlük

Sabahın bu soğuk saatlerinde, her soluk alıp verişimde burnumdan çıkan buharın
varlığıyla yaşadığımı hissetmenin keyfini çıkartıyorum. Yoksa iki saat sonra gitmem gereken ve
resmi olarak işe girişimin yapılmadığı düşük ücretli yerel gazetenin ofisine katlanamayabilirim.
Her şey ne zaman başlamıştı bilmiyorum. Gökyüzündekiler değil bahsettiğim. Burada ayakları
yere basan her şeylerdir benim düşünmek için uzun saatler harcadığım. Varlığımın 21’nci
noktasında bir bankta hayattan küçük kaçamaklar satın alıyorum. Güvercinleri izleyip kendimi
rahatlatmak için sessizce, konuşmadan, yalnızlaşıyorum. Daha sonrasında kalabalıkların arasına
girebilmek için ön hazırlıklar yapıyorum. Kitlelerden korkmamak ve arasında varlığımı
sürdürmek için yapmam gereken şeyin kendim olmamak olduğu noktasında kendim ve kendime
dair olanlar hemfikir sanırsam. Bu yüzden acı çekiyorum diyemesem de her seferinde bir sızıyla
yaşıyorum içimde. Çevremde olup bitenleri takip etmek ve onlar hakkına bir fikir sahibi olmam
gerekiyor. Gazeteci olmak istiyorum. Sızısını çektiğim küçük iğne batıklarından şikâyet etmek
için vaktim yok. Dünya çok hızlı dönüyor. Başım dönüyor. Kusuyorum. Mekanik bir yılanın
gövdesini yararak içinden çıkıyorum. Bilginin ne olduğunu düşünüyorum. Ardından bilgiyi
kimin ürettiğini. Aklımın içindekiler, kuraklıkta ortadan ikiye yarılmış bir tarla gibi
dengesizleşiyor. Kitaplar bitiyor. Kadınlar gidiyor. İnsanlar ölüyor. Şu güzel ve yüce gezegende
ayakta kalan güçlü olduğundan artık ayakta durmuyor. En iyi biriktiren, en saygını sayılıyor. Bir
baykuş sincabın tepesine pençesini takıyor. Bir baykuş kurşun sesiyle yeri boyluyor. Çok
dengesiz ve hızlı bir modernlikten geçtikten sonra evin en tepesinde içi dolduruluyor.
İstenilenleri yapmadığı için istediklerini elde etmekten gittikçe uzaklaşan bir uyuşturucu
bağımlısının suçluya dönüşmesini gözlerimle izliyorum.
Sabahın bu saatlerinde bankın demirleri her zamanki gibi soğuk. Ellerim ceplerimde
oturuyorum. Ceplerimdeki sigara paketini, çakmağı ve anahtarlarları avcumun içinde çevirerek
etrafa bakınıyorum. Ceplerimin en son ne zaman boş kaldığını hatırlamaya çalışıyorum. Ne
zaman elimi atsam pantolonumun veya ceketimin herhangi bir cebinde beni burda bu medeniyete
zorunlu bırakan şeylerin ıvırzıvırları oluyor. Sigara kanser olmak ve tedavisine para harcamam
için. Çakmak, medeniyetin en büyük sembolü olan ateşin cebimdeki bir yansıması. Kutsal ateşi
cebimde taşıyorum ve anahtarlar elbette, onlar her ay düzenli olarak ölme ihtimalimin yüksek
olduğu estetikten yoksun bir eve para verdiğimi bana hatırlatan metal parçaları. Bunlar olmasa ne
yapardım kim bilir. Karşımda duran reklam panosuna ilişiyor gözüm. Siyasi bir şahsın kendisine
oy atmamız için teşvik edici bir sözü yazılmış. Kafamı kaldırdığım ve etrafa baktığım her an
gördüğüm şeylerin ikna edici yanlarını fark edebiliyorum. Sokaklar, arabalar, insanlar ve bütün
kamuya açık alanların dizay edilmiş yanlarını seçme oyununda iyiyim. Peki bu kurgusallığın
ortasında özgürlüğün düşünsel anlamını nasıl kurmam gerekiyor?
Şehrin en yüksek binalarının arasından yükselen güneş, medeniyetin üzerinde küfürler
ediyor. Bankın üzerinde ismi yazan belediyenin çalışanları, parklara dökülen yaprakları toplamak
üzere sarı yelekleriyle etrafa doluşmaya başladılar bile. Parkta oturup kalabalıklara ve harekete
geçmiş insanlara uzaktan bakıyorum. Birazdan aralarında bulunacağımın bilincinde olarak
oturuyorum. Özgürlüğümün kitlelerin arasında muhafaza edilmesi için benlik değerlerimi
tansiyon ölçer gibi ölçüyorum. Özgürlüğün, bütün bu kitlelere bir amaç uğruna karışmak ve
kitlelerin gittiği yolda, onlarla beraber onlardan uzakta hareket etmek olduğuna inanıyorum.
Sonuçta kitle ve birey, varlığını karşıt düşüncelerin ortak amacından almaktadır. Özgürlük, birey
ve kitlenin ortak amacıdır. Özgürlük amacının taşındığı bayrakların rengi farklı ve bu renklerin
hepsinin bir anlamı olduğunu kavramak çok önemlidir. Bankta oturduğum süre boyunca özgürce
düşünmeye devam edebileceğimi hissediyorum. Peki özgürce eyleme geçmek konusunda nasıl
bir aksiyon izlemem gerekiyor?
Kendisine yabancılaşmış bir insanın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Birilerini
öldürebilir, ani bir öfkeyle en yakınındakinin kalbini kırabilir…. Anlamlar dünyasında üretilen
bütün anlamların, kendine yabancılaştıktan sonra onlara verdiğin değerlerin saçma olmasıyla
alakalı komik bir durumla yakından ilişkisi vardır. Elbette birkaç adım geri gidip kendini
toparlamak özgürlüğe doğru ilerldediğin yolda sana yardımcı olacaktır. Fakat aktif katılımın
gerektiği ve son günlerde acayip hızlı olan dünyanın Anadolu coğrafyasında işler biraz daha özel
ve kendine özgün ilerlemektedir. Bu coğrafyadaki vahşilik, özünü eski çağlardan kalma antik
sihirlerden almakta. Özünde iyi bir coğrafya aslında burası. Yine de mekanik batı dünyasıyla
ruhani şark dünyasının ortasında bulunması şizofrenik bir sancı ortaya çıkartıyor. Bu sancı kimi
zaman inanılmaz bir estetik kimi zaman çirkin bir barbar yaratabiliyor. Kellesi uçurulmuş ağaçlar
yeniden yeşerebiliyor ve bazen toz bulutları insanın gözlerini işgal ediyor. Bense, ruhumda ne
kadar yıkarsam yıkayayım geçmeyen bir salça lekesiyle yaşıyorum. Bu bana bir şeyleri
hatırlatıyor ve ben çoktan vazgeçtim çıkartmaktan bu lekeyi. Akdenizin yavaşlığıyla kalkıyorum
banktan. Özgürce yapabileceğim bir eylem bu. Anlamını sonradan kazanan bütün eylemleri
tekrardan gerçekleştirmek üzere kitleye karışmak. Kitleye geri dönerken içimdeki sancıları da
götürüyorum. Kitleyele kavga ederken kitlenin içerisinde var oluyorum. Ama beni çoğunluk
fikrine örgütlemelerine izin vermemem gerekiyor. Özgürce düşünebilmek üzerine
gerçekleşetirebileceğim yegane şey persfektiflerin arasında dolaşmaktır. Kuşatılmış olduğum
kalabalıkların arasında herkese meydan okuyarak üzerimdeki salça lekesini gösteriyorum. Çölde
fidan yeşertiyorum.
Ben bir oyun oynuyorum. Adını belki daha önceleri birçok kişi koymuştur. Antik çağlarda
at sineklerinin oynadığı bir oyun bu. Cesurca ve yılmadan çoğunluk fikrinin içinden hakikatı
görebilmek üzere farklı düşünme yolları bulmaya çalıştığım bir oyun. İnsanlar için bilinenler ve
bilinmesi reddedilen şeyler vardır. Bilinmesi reddedilen şeyler kitlenin ortasında bir boşluk
oluşturuyor. Sonsuz siyah uzaydaki kara delikler gibi kendi çekim gücü bulunan kitle boşlukları,
gerçekten özgür olabildiğim ve başımı çıkartıp nefes alabildiğim tek yer. Hakikatlerin kulaklarda
ve gözlerde yarattığı bu alanların en kuvvetlisi doğal afetler yaşandığında insanın hakimiyet
gücünün sıfıra indiği alanlarda görünüyor. Ben ise ağzımdan ve yüzümden doğal afetler saçarak
kitlenin içerisine giriyorum. Musa gibi ikiye yarmadan, girdiğim kitlelerin ortasında biriken
enerjiyi saldığımda hakikat ve özgürlük delikleri oluşuyor. Fazla solursam eğer hakikatı, burnum
kanıyor ve ben istemesem de ayaklarım kitleye geri götürüyor beni. Pekala fazla kalırsam kitlede
eğer, dolup taşmış gibi hissediyorum. Benim oynadığım oyun bundan ibaret. Dizayn edilmişliğin
ortasında veya platonun mağarasında bir dinamit patlatmaktan ibaret. Kitleye geri dönme
hareketim ve hakikate başımı kaldırışım prometheusun ciğerlerinin sürekli iyileşmesi gibi tekrar
ediyor. Mağara durmadan kendisini yeniliyor. Aslında tüm dünya neon ışıklarla donatılmış
mağaraya dönüşüyor. Ben ise yeniden oluşturmak için boşlukları, mağaranın en derinine doğru
sessizce karışıyorum.
Doğrulurken bankta, bacaklarıma tekrardan görevler veriyor beynim. İyice gerindikten
sonra karşısında güneşin, ağırdan yol alıyorum metroya doğru. Kitle özgrülüğüne dönmek üzere
yola çıkıyorum; inanmışlık ve boyun eğmişliğin, özgür iradesiz özgürlüğüne. Koskocaman bir
devin bedeninden kopmuş olan küçük parçalar gibi toplanıyor kitle tekrar bir araya. Bütün
dünyaya karşı güvende kalmak ve büyük görünmek için. Merdivenlerini çıkarken metronun ben,
anlamını yitirmiş olan şeylere anlam kazanmaları için yol açıyorum. Bir çiçeği dalından
kopartmadan saygıyla selamlıyorum. Güneşin küfürleri yanağımı okşayan bir şefkat gösterisine
dönüşürken metroya doğru yürüyorum. Bütün yılanlar dağılıyor. Derin bir nefes alıyorum ve
mutluluğu yüzüme kondurduktan sonra zihnimin derinlerinin karanlığı, dışarıyı korkutacak
boyutlardan uzaklaşıyor. Selam veriyorum bir kediye ve sonra bir teyze iniyor merdivenleri.
Renkler yerine gelirken, aklımda sadece ofisin yanındaki pastaneden ne alacağım düşüncesi
hakim. Hayata karşıyorum ama hayatın içinde kaybolmadan yapıyorum. Ayakları yere basan her
şeylerdir benim yaşamak için yıllar harcadığım. Yaşayacağım. Asla vazgeçmeden. Yaşam benden
vazgeçmediği sürece yaşayacağım. İsyan benden geçmediği sürece edeceğim. Başarı kaçtığı
sürece kovalayacağım. Hiç yakalayamasam bile. Özgürlük, hayatın değiştirilmesi üzerine
harekete geçmek ve memnun olunmayanlar hakkında düşünebilmek. Özgürlük, karanlık sana
baktığı halde yılmadan ona diklenebilmek. Özgürlük cesaret edebilmekte. Beni çeken bütün
güvenlik kameralarına yakalanarak ilerledikten sonra metroya biniyorum. Görünen ve izlenen
dünyaya kendimi sunuyorum.
Siyahın baskın olduğu bütün o renkte saçların ve kafaların arasına karışırıyorum. Bir
nehri besleyen kollarmışçasına evlerinden çıkıp sokaktaki kalabalığa karışan insanları takip
ediyorum. Oyunu sürdürüyorum. Yavaş ve aheste ilerlerken öğrendiğimi düşündüğüm fikirlerimi
içimden tekrar ediyorum. Korkunun iktidarından etkilenmeyeceğim. İktidarın korkusuna
dönüşeceğim. Özgürlüğün tam tanımını yapamam ama özgürlüğün yolunu çizebilirim belki de.
İsyanımı sürdürüyorum. Oyunu oynadığım sürece sistemi besliyorum. Midem bulanıyor. Yine
çıkmaza giriyorum. Gidip biraz yerel belediyelerin yaptığı yardımları süsleyerek haber yapayım.
Fırsat bulursam kendi ilgi alanlarımda yazılar yazabilirim. Yazacağım. Sanırım. Ne yapacağım?
Beni tanımlayan bütün o kimliklerden tek bir çırpıda kurtulamam. Çoğunluk fikri, iktidar
ideolojisiyle alakası olsa bile ve ben çoğunluk fikrinin sattığı bu dünyada yaşamak için haberimi
bir ürüne dönüştürmek zorunda kalsam da bu en fazla beni senin gibi iktidarın bir sopası yapar.
İsyana inanıyorum. Biriken bir şeyler var. Nehir yatağı bunca kuraklığa rağmen taşmak üzere.
Barajın uzamı iktidarın kontrolünü ifade ettiği kadar nehrin yatağının debisi de isyanın patlama
anına hazırlığının ne durumda olduğunu gösteriyor. Bu nehir bir yerlere gidiyor. Siyahın baskın
olduğu renkte saçların, yukarından bakıldığında akışkan bir nehir gibi görünen hareketini
düşünüp gülümsüyorum. Bu nehir bir yerlere gidiyor. Sonunda kitle patlayacak, savaşlar ve
danslar başlayacak. İsyanın ateşi bütün şehri yakabilir. Bütün bunların hepsinin
gerçekleşebilmesinin tek yolu nehirde ilerlerken düşünmeyi unutmamak. Düşüncelerinin ve
düşüncelerin sorgulamasını yaparak hareket edebilmek yetisi. Senin, düşündüğünü düşündüğün
şeylerin aslında çoktan üzerinde hakimiyet kurmuş olan bazı akıllardan kaynaklanabileceği
fikrini unutmadan hareket edebilmektir benim bahsettiğim. Burada var olabilmek için taktığımız
bütün maskelerdir benim bahsettiğim.

search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close