Elindeki siyah dolma kalemle yazmaya başladı bu satırları… Gülüyordu… Daha önce kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti…
***
Alarmı kapatıp bıkkınlıkla kalktı yataktan. Kendini toparlamaya çalıştı birkaç saniye boyunca. Takım elbisesini giydi ve kravatını taktı. Son derece dağınık masasından notlarını toparladı. İlaçlarını içti. Gerçi, hiçbir işe yaramıyorlardı. Hatta bazen bu ilaçların daha kötü hissettirdiğini bile düşünüyordu. Ama bunu kendisinin mi ilaçların mı yoksa bilinçaltının mı yaptığına emin değildi. Çünkü hepsi birbirinden daha az gerçekti.
Bütün bunların kendisinin bilmediği tarafının oynadığı bir oyun olup olmadığı konusunda kuşkuluydu. Bulduğu nota bir kez daha baktı. Bu sefer öncekinden bile daha az inandırıcı geldi. Saati fark etti, hemen evden çıkması gerekiyordu. Zaman yine onun tarafında değildi anlaşılan. Gürültüyle kirlenmiş caddede yürürken insanların umursamazlığına baktı. O an orada olmaması gerektiğini çok kuvvetli bir şekilde hissediyordu. Aynı zamanda orada olmaması gerektiğini hisseden tek kişi kendisiydi. Caddedeki insan ve araba sesleri işkence gibi geliyordu ona.
Bir yandan da bu kalabalıkta kaybolmayı seviyordu. Bu konuda ne hissettiğini net olarak bilmiyordu. Hisler yanıltıcıdır. Gerçi bir şeye ait hissetme zorunluluğu olduğunu düşünmüyordu. Çoktan kaybolmuş gibiydi tüm bu insanların arasında.
Otobüse bindi. İki kişilik koltuğa oturdu. Yanına birinin oturmamasını diledi içinden. Sonra diğerlerine baktı “bir daha hiçbir zaman bu insanlarla bir arada bulunmayacağım” diye geçirdi aklından. İçini bir ürperti kapladı. Kendini çok yanlış tanıtmış gibi hissediyordu. Aklına dün bulduğu not geldi. Cebini yokladı endişeyle, oradaydı. Rahatladı. 13. Durakta indi. Hızlı adımlarla iş yerine yürürdü. Hızlı yürürdü çünkü ne kadar hızlı yürürse o kadar hızlı düşünürdü. Ne kadar hızlı düşünürse görmek istemediği tarafıyla daha az ilgilenirdi. İş yerine girerken güvenliğe selam vermedi. Bu sahte selamlaşmalardan nefret ederdi. Sırf kibarlık olsun diye yapılan bu saçma anlamsız hareketlerden. Dün yemekhanede hakkında konuştuklarını duymuştu. Robot gibi diyorlardı. Bozuk bir robot olmalıydı öyleyse. Düşündüğü şeylere sinirlendi.
Kafasını kaldırdığında Burak’ı gördü. Siyah saçları düzgünce taranmıştı. Mavi gömleğinin üstündeki yaka kartı tam olması gereken yerdeydi. Kendisinin kartının ne kadar yamuk durduğunu fark etti. İçini bir öfke kapladı. “Yine gerginsin dostum, geceleri bu kadar geç yatmamalısın,” dedi Burak. Çok sakin konuşmuştu onunla, tıpkı herkese yaptığı gibi. Ona yardımcı olmaya çalışıyordu ve iyi niyeti gözlerinden okunuyordu. Burak’a cevap vermedi. Birinin ona yardımcı olmaya çalışmasından nefret ederdi. Son derece aşağılanmış hissettiriyordu. İçindeki öfkenin büyüyüp nefrete dönüştüğünü hissetti. Ama bu nefretin kime olduğuna emin değildi, kendisineydi muhtemelen. “Dosyalar hazır değil mi?” “Hazır,” dedi. Birazdan patrona projesini sunup kabul edilmeye çalışacağını hatırlayınca kendisinden utandı. Gerçekten bu kadar küçük düşürecek miydi kendini? Burada olmak istemiyordu. Buraya ait değildi.
“İki saattir sana sesleniyorum, gerçekten hiç uyumadın mı sunum öncesi?” Aniden irkildi. “Şu belgelerin hepsini imzalamalısın dostum.” Burak ona sesleniyordu. “Tamam sen bırak ben imzalayıp getiririm,” dedi. Prosedür gereği yapılan bu saçma işler onu o kadar bunaltıyordu ki. Herkes gereksiz, tonla işi yetiştirmek için acele ediyordu. Yavaşlatılmalıydı her şey. Ve bu gereksiz işler için değil sahiden yaşamak için…
Gerçi, yalnızca kendine göreydi yaşamak tanımı ve her gün değişiyordu. Bu düşünceler işleri daha yapılabilir yapmıyordu, hiç de kolaylaştırmıyordu da işini. Onun adını söylediler kalktı ve yürüdü kürsüye. Sunumunu anlatmaya başladı fakat ne dediği hakkında bir fikri yoktu. Beyni boşalmış gibi hissediyordu kulağına sesler geliyordu, kendi sesiydi bu konuşuyordu ama ne dediğini anlamıyordu. Sonra alkışlar duydu. Kafasını kaldırıp baktığında sunumu bitirdiğini gördü. Hemen yerine geçti. Toplantının sonunda patronları ona “Sunumun güzeldi ama beni etkileyen özel bir şey yoktu,” dedi. Teşekkür etti sessizce bir dahakine daha iyisini yapacağını söyledi. Yapmayacağını biliyordu. Bunalmış halde çıktı toplantıdan. Burak onu diğerleriyle yemeğe çağırdı. Reddetti.
Aceleyle çıktı işten. Yürümeye başladı, yağmur yağıyordu. O da bilirdi gerçekten yağmurlu havaları sevenlerin sırrını. Eve yürürken bütün bunlara son vermek istediğini hissetti. Yeni bir başlangıç yapmalıydı, bütün bu sıkıcılığa devam etmek istemiyordu. Onun yaşamak tanımı bu değildi çünkü, yani şu an değildi. Çünkü bazen kendini tanıyamıyordu. Diğer bir deyişle tamamen yabancı hissediyordu.
Cebindeki notu çıkardı. “2227. Sokak Menekşe Caddesi saat 19.00’da parkın önünde.” Bu notu dün kapısının önünde bulmuştu. Tam da işten çıkma saatine uygun bir saatti. Kim bırakmış olabilirdi ki bu notu? Hiç arkadaşı yoktu. Burak vardı ama onu da gerçek bir arkadaş olarak görmüyordu. Hem onun böyle bir not bırakması ihtimali imkânsıza yakındı. Not, dünden beri onu çıldırtıyordu. Daha da hızlı yürüdü. Parkın önüne geldiğinde kimsenin olmadığını gördü. Boş salıncağa oturup beklemeye başladı. Bir saat, iki saat ve üç saat geçti. Kimse gelmedi. O zaman bu notu bırakan kimdi? Notu cebinden çıkarıp baktığında el yazısının kendi yazısına çok benzediğini fark etti. Evet, 7’leri bir tek o bu kadar farklı yazardı. Bu kendi yazısıydı. Dehşete düşmüştü. O zaman neden bunu yazdığını hatırlamıyordu. Bu notu kendine yazmıştı.
Koşarak otobüse bindi. Evin kapısını titreyen elleriyle açabilmesi beş dakikasını aldı. İçeri girdi, soğuk bir duş aldı. Her şey bilinçaltının ona oynadığı bir oyun muydu? O kadar çok sıkılmıştı ki bu ezbere hayattan farkında olmadan olay yaratmıştı. Bilinçaltıydı bunu yapan ben değilim diye düşündü. Ama kendisiydi. Hiç kendisine bu kadar uzak hissetmemişti. Eşyalarını toparladı. Sırt çantasını taktı. Hiç olmazsa artık bir şeyleri değiştirmeliyim, dedi. Terk etmeye karar verdi her şeyi aniden. Fakat konforun verdiği inanılmaz rahatlık, bırakamayacağı bağımlılıkları gözünde büyüdü birden. Yarın sıcak yatağında uyanmak, kahvesini yapmak işe gitmek istedi. Belki Burak’la yemek yerlerdi. Ama hayır gitmeliydi, kendisinin bilmediği tarafı onu uyarıyordu belki de her şey yalandı. Gördüğü bildiği… Başına ağrılar saplandı. Çıktı evden. Bir daha dönmeyeceğini biliyordu. Evet değiştirmeyi seçecekti. Diğerleri gibi yaşayamazdı. Çünkü onun ruhunun yapıtaşı farklıydı, bundan emindi.
Her şeyi mahvettiğini biliyordu giderken. Pişman olmayacağım, dedi. Büyük yükselişlerle büyük çöküşlerin pek bir farkı yoktur. O, bunu çok iyi biliyordu. Gülüyordu giderken, bu an ona çok tanıdık gelmişti.
