ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE

Hürriyet, insanın büyürken gerçekleştirmek istediği amaçlarının başında gelir. Hatta doğrudan büyümenin ta kendisidir. Bir yetişkini bir çocuktan ayıran en önemli yetinin kendi kendine karar verebilme ve bu iradeyi fiile dökebilme olduğu konusunda hemfikirizdir. Ancak benim kanaatimce insanın kendini özgür hissetmesiyle özgür olması her zaman aynı anlamda olmuyor. Bazen kendimizi özgür olduğumuza ikna etsek de bir türlü özgür hissedemiyoruz. Veya özgür hissediyor ama gerçekten özgür olup olmadığımızdan nasıl emin olabiliyoruz? Ama özgür olmadan nasıl bağımsız hissedebilir ki biri? İkisini birbirinden ayırmak da oldukça zor görünüyor.

Çevremizdeki çocukları düşünelim ya da kendi çocukluğumuzu, toplum içerisinde nasıl davranması gerektiği söylenmeyen ayrıcalıklı bir sınıftık belki ama bir o kadar da ciddiye alınmıyorduk ve bu sebeple anne babaların sözünü dinlememiz bekleniyordu. Yetişkinlikteyse nerede nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmiş olur ve kendi dürtülerini kontrol etme yetisiyle yani akıllıkla övünürüz. Ama toplum önünde ciddiye alınmamızı sağlayan aklımız, çocukluğumuzdaki özgürlüğümüzü sunmamaktadır. Artık daha az özgür hissetmekle beraber görünürde daha özgürüzdür. Geriye dönüp daha çok kendimiz olabildiğimiz günleri özler lakin irademizi yerine getirebilmekle de övünürüz. Ama bu, herkes için geçerli değil tabii. Yine de birçok kişinin çocukluğunu özlemle yâd ettiği gerçeğini yadsıyamayız. Burada çocuğun keskin otoriteye rağmen hissettiği derin coşku ile yetişkinin kimseden buyruk almaksızın ulaştığı özgürlük farklı mı? Özgür olmayan çocukluğun karşısındaki özgür hissedemeyen yetişkinin hangisi daha özgür olabilir? Bu bakımdan, özgürlük üzerine konuşmadan önce ondan neler anladığımızı açmak isterim.

 Özgürlük nedir? Hiçbir sınırlama ya da koşula bağlı olmaksızın irade etmek ve eylemek mi? O zaman geriye dönüp baktığımızda en özgür hissettiğimiz anların en kısıtlanmış olduğumuz anlar olabilme ihtimalini atlamış olmaz mıyız? Özgürlük, kısıtlayan dış etkenlere karşı iradeni ortaya koyabilmek mi? Ama o zaman da insanı zorlayan bu yapıların sadece dışarıda olmadığını, insanın bizzat içinde de olduğunu gözden kaçırmış olmaz mıyız? Kendi istencine göre hareket etmenin özgürlük için yeterli olmadığını düşünüyorum. Uzunca bir zaman önce psikoloji biliminin gelişmesiyle, bugün aldığımız kararların sıfır iki yaş aralığında bize sunulan seçeneklerden biri olduğunu biliyoruz. Belki de hayatımızın birçoğu belli bir yaşa kadar maruz kaldıklarımız tarafınca şekilleniyor. Korkularımızın ya da arzularımızın temelinde kendi seçimlerimizden ziyade hayatın bize seçtirdikleri yatıyor. Ama biz buna rağmen özgürce eylemiş gibi hissedebiliyoruz. Bize çizilmiş sınırlardan bihaber, son derece bağımsız hissediyoruz ve bu sebeple özgür olduğumuzu söylüyoruz. İşte bu durum bana çocukluğum hakkında düşündüklerimi çağrıştırıyor. Anne babanın kanatları altında hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olmadığımdan bihaber özgürce hissettiğim anlarım geliyor aklıma. O zaman, özgür olmanın gerçek anlamının dış koşullara mı bağlı olduğunu yoksa salt benim hissettiğim bir duyumsama mı olduğunu tekrar gözden geçiriyorum. Elbette detaylı düşününce birçok etken göze çarpıyor. Çocukların da isteklerini yerine getiremediklerinde ağladıklarını, karşı koyduklarını reddetmiyorum. Ama burada özgürlük kavramından bahsediyorum, bağlama göre değişse de özgürlüğü genel çerçevede ele alıyorum. Anlatmak istediğim özgür hissetmenin özgür olmak için yeterli olup olmadığı veya hangisinin gerçekten özgürlük olduğu. Özgür olmanın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.

 Rousseau’nun: “İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır.” Sözünü hemen hepimiz biliriz. Gerçekten çarpıcı bir söz. Anlatmak istediği özgürlük bilinci, klasik olarak kullandığımız özgürlükten çok daha açıklayıcı.

Özgürlüğü genellikle, bireyin hiçbir hegemonya altında olmaksızın bağımsız irade gösterebilme ve bunu eyleyebilmesi olarak kullanırız. Bu da özgürlüğün dışarısı üzerinden yapılmış bir okuması oluyor. Dışarıya göre biçimlenmiş bir özgürlük kavramı her şeyi tam olarak açıklamıyor. Bu tanım doğru ama yeterli mi? Özgürlük, bu klasik anlamıyla, dışarıdan hiçbir kısıtlama olmaksızın irade gösterebilme ve eyleme becerisi midir? Peki, içerideki kısıtlamalar? Birçoğundan habersizce yıllarımızı geçiriyoruz, güya özgürce! O zaman özgürlük, klasik tanımının ötesinde, salt duyumsadığımız bir his mi? Ya da biri diğerini önceler mi? Belki birbiriyle ilişkililer?

Özgürlük, Rousseau’nun deyimiyle istemediğini yapmamak yani hayır demekse bu, klasik tanımın odaklandığının aksine bize farklı bir bakış açısı sunar. Reddedebilmek, dış koşullardan ötürü kendini ortaya koyamadığın anlarda, yani bir şey yapamadığın veya iradenin hükmü kalktığı anlarda bile, sana özgür olma şansı tanır. Kendi içinde özgür hissedebilme imkânı sunar. Öte yandan bir de, dışarıdan hiçbir kısıtlama olmasa bile isteme ve eyleme olanağına sahip olamayabiliriz. Kendi korkularımız ve bihaber yaşadığımız koşullanmalarımız buna engel olabilir. Buna göre özgür hissediyor olmak özgür olmak için yeterli midir? Gerekli olsa bile yeterli midir? Bu ikisi birbirini gerektirebilir ancak yeterli değildir, özgür hissetmek özgürlük için. Ama özgür hissetmek bizim daha kontrolümüzde olan kısım. Özgür hissetmenin gücüyse yani bizim gücümüz; istemediğini reddedebilmeye bağlıdır. Gerçekten özgür olmaksa tamamen bir muamma… Özgür hissetmek gerçekten özgür olmak olmasa da bağımsızlığın coşkusu, asla ulaşılamayacak bir özgürlükten daha elzem gözüküyor. İnsan olmanın kendisinin kısıtlanmak olduğunu kavradığımızda, özgür hissettiğimiz anların değerini fark ediyoruz. O zaman çocuk ya da yetişkin olmamızın bir önemi kalmıyor. Aynı şekilde kadın ya da erkek olmanın da…

 Hiçbir zaman özgür olamıyoruz ama özgür hissedebildiğimiz anlarımız var. Rousseau bize, bu tarif edilmez coşkunun anahtarını veriyor özgürlük tanımıyla. Özgür hissetmenin gücünü ortaya koyuyor.

search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close