Kan artık somut bir madde olmanın da ötesinde soyut bir anlam kazanmaktadır günümüz dünyasında. Önceleri kanı sadece bir insanı kurtarmak için bir araç veyahut hasta olunca hemşire hanımın vurduğu iğneler sonucu ortaya çıkan saf bir madde olarak görürdüm, nitekim masallarda da hep böyle anlatılagelirdi. Şimdilerde ise kan çeşitli sınıflara ayrılmaktadır; fakir, zengin, burjuvazi, aristokrasi ve kulağımın aşina olmadığı entel dantel şeyler işte. Ve bu sınıfsal ayrılıklar beraberinde birtakım şartnameleri de beraberinde getiriyor. Mesela fakir bir kan akıtıldığı zaman belli bir miktar para ödeniyor ve fakirin durumu sineye çekmesi talep ediliyor, yani fakir kan satın alınıp takas edilebilen ve de bazen kiralanabilen bir türdür. Zengin bir kan akıldığı zaman ise zengin kan diyet ödenmesini kabul etmiyor tam aksine kendi kesesine başına buyruk daha fazla kan koyma peşine düşüyor, yani zengin kan fakir kandan üstündür. İşte kimi kan için şartnameler kimisi içinse ayrıcalıklar sunulmaktadır, tıpkı kölelikten burjuvaziye uzanan sınıfsal bir merdiven gibi. Kansızlık hastalığının günümüzde belli kesimler için çok yaygın bir hastalık olmasını dilerdim çünkü kendi zihin dünyalarındaki kirli düşünceleri veya kalplerini bir okyanus kadar kaplayan siyah noktalar damarlarındaki en ücra yerlere kadar ulaşmaktadır. Deli gibi fokurdayan bu kan beyni komuta noktası olmaktan çıkarıp içi boş bir kabağa dönüştürüyor ve bunun sonucunda içi boş kabak yumuşacık tüy gibi bir yürekle karşılaştığı zaman o çarpışmanın oluşturduğu cereyanla birlikte kendini maalesef dolu hissetmektedir. Çok ilginç değil mi? Hayır, hiç de değil. Günlük hayatta o kadar monoton hale geldi ki bu olay artık bir maymunun kitap okumayan insandan daha zeki olması kadar sıradan karşılıyorum. Velhasıl bu kan komuta noktası olarak kendisine enjekte edilen her türlü ideolojiyi, duyguyu-evet artık duygu da enjekte ediliyor- hiç sorgulamadan, boş kabak dedik ya, kabul etmektedir. Örneğin ülkesinin bir ucunda gerçekleşen savaşta masumca katledilen insanlar için şöyle bir yorum yapmaktadır: “Eee yani elbet bir şey yapmışlardır yoksa niye öldürülsünler ki?” Evet, haklı olduğu tek bir nokta var: Karşı taraf bir şey yaptı. Peki ne yaptı? Bunu en küçük yapıtaşından bir örnek vererek açıklamak istiyorum. Bir bebek annesinin göğsündeki süt parkına doğru koşuyordu, tek isteği salıncakta bir kez olsun sallanmaktı ama bebek yanlış yaptı, bence de sırf bunun için bile olsa öldürülmesi gerekirdi çünkü bebeğin parka gitmeden önce düşman karargahını bir dışkı bombardımanına tutması gerekiyordu. Soyutluk kelimesinin en yakışmadığı sözcüklerden biri kan olsa gerek, gerçi soyutluk öylesine derin bir hal almış ki kız kardeşim burnumdan kan geliyor abi dediği zaman yastığımın altında sakladığım dede yadigarı tüfeğimle meydana çıkıyorum; siz düşünün artık. Aslında kanın ilk soyutluk kazandığı zaman Kabilin Habili öldürmesiydi, kan o zaman kıskançlık adı verilen bir mefhum kazandı. Daha sonraları coğrafyalara hükmetme arzusu içinde olan barbarların vahşetleriyle, kan kibiri de benliğine sardı çünkü barbarların kalçası tek bir yerde rahat edemiyordu yeni yerlerin tadına varmak varken. Git gide buna benzer mefhumlar edinen kan daha da koyu ve soyut bir hal almaya başladı ta ki günümüze kadar. Günümüzde kan bilim adamlarının, aydınların, üst düzey dahilerin bile tanımlamayacağı kadar çeşitli ve esrarengizdir; yeni bir kutsal kitaba göre deccal denilen şey aslında bu kanlardır- bunların hepsi bir araya gelip şeytanın ateşinde kaynadıktan sonra mistik bir yaratığa dönüşüyormuş ve bu yaratık da gözünü kırpmadan bebekleri dahi öldürüyormuş. Bebek öldürmek gibi bir canilik ancak bir yaratığa ithaf edilir zaten, bunun için kutsal kitap okumaya gerek yok. Kutsal kitapların bir etkisi olsa Türkiye bu halde olmazdı zaten çünkü kutsal bir kitabın bu kadar içselleştirildiği başka bir ülke tanımıyorum, henüz yeterince gezmemiş de olabilirim ama aşiretiyle bu konu üzerine anket yapan bir örümcekle sohbet ettik, her evde ortalama aynı büyüklükte bir kitabın yıllarca duvarda asılı olduğunu ve ağları için en verimli yerin orası olduğunu söylemişti. Zihin dünyamın çok çıplak olmasını dilerdim ama ne yapalım bir ömür tayin edildi bize, karınca olmayı seçen bizlerdik. Günümüzde halihazırda pek çok savaş yapılmaktadır ama toplumun kanında biriken bu kimliksiz soyutluktan dolayı büyük bir hissetme felci yaşanmaktadır. Toplum etrafında gerçekleşen tüm bu olan bitene aldırmadan günlük monoton yaşantısına devam etmekte hatta haberlerde yayınlanan savaş görüntülerini patlamış mısır eşliğinde bir film edasıyla seyretmektedir. Diğer bazı kesimler ise-ben onları vicdanına rüşvet veren insanlar olarak tanımlıyorum- anlık yaşanan bir üzüntüden sonra hemen yeni bir eğlence peşinde koşarak kendilerini teskin etmektedirler. Dikkatimi çeken başka bir kesim ise tüm bu olan ve bitenin farkında, kanı henüz yeterince kirlenmemiş ama kalpleri taştan biraz daha yumuşak dilleri ise ıssız bir geceden daha sessizdir-bana dokunmayan yılan bin yaşasın derler. Soyutlaşan kan o kadar fazla kesim ortaya çıkardı ki hepsini sıralamak boş bir kabağa dert yakınmaktan bile daha zor. Kanın soyut bir hal almaya giden öyküsü aşağı yukarı böyleydi, ben ne tarihçiyim ne de tıpçı; bunlar vicdan sahibi bir insanın gülün kırmızısını seyre dalarken kanın kanlı tarihine yolculuğunun ardından uyandığı zaman aklında kalan bazı görüntülerdir.
